16 Aralık 2010 Perşembe

Rusya'da kapitalizm..

Merhaba,

Derste Rusya'da kapitalizmin tesisini konuşmuştuk, Nisan 2008'de bu konu üzerine Birikim'de çıkmış bir yazımı ekliyorum buraya.

YOKSULSUZ ÜTOPYA: SOVYET SONRASI RUSYA’DA ZENGİNLİK VE PARA


Yerküre’deki en zengin insanlardan biri olmak için ne olmanız gerekiyor? Çok açıkça, en iyi senaryo 50 yaşının altında kendisine hiç miras kalmamış Rus bir erkek olmak.  Suzy Jagger. The Times. 6 Mart  2008


Rusya’nın özel mülkiyet rejimine geçişinin çeyrek yüzyıldan daha kısa bir tarihi var. Bu kısa tarihe rağmen, geçtiğimiz ay Forbes’in yayınladığı en zenginler listesinde, Rus milyarderlerin sayısı seksen yedi olarak açıklandı. Böylelikle Rusya dünyada en çok milyarder barından ülkeler arasında Amerika’yı takiben ikinci ülke olmakla kalmadı, aynı zamanda bir yıl içerisinde zengin sayısında en hızlı artış yaşayan ülkelerden biri oldu.
Her ne kadar bu artışta doların 2007 yılında düşen değeri nedeniyle dünyada ki toplam dolar milyarderlerinin sayısında yaşanan artışın bir payı olsa da, yine de Rusya’da en yüksek artışın yaşandığı gerçeğini değiştirmiyor bu bilgi. Nitekim sadece bir yıl önce yine aynı listede Rusya’dan sadece elli üç kişi vardı. Ülkenin en zengin beş yüz kişisi toplam $715 milyar dolarlık bir servetin sahibi ki bu rakam da Rusya’nın Yurt İçi Milli Hâsılası’nın yarısından fazla. Dünyanın en zengin ilk beş yüz kişinin yaş ortalaması altmış bir iken, Rusya’nın ortalaması sadece kırk altı.
Burada Rusya’yı ilgi çekici kılan, zenginler listesine adını yazdıran bu genç zenginlerden hiçbirinin üzerinde oturdukları bu muazzam serveti miras yoluyla ailelerinden devralmamış olması. Peki ailelerinden miras kalmadıysa, bu zenginliğin kaynağı nereden geliyordu? Hiç kuşkusuz bu soruya cevap aramak için öncelikle 1990’lı yılların Rusya’sına damgasını vuran kollektif mülkiyete dayalı sosyalist bir ekonomik düzenden özel mülkiyetin hakimiyetine dayalı kapitalist bir ekonomik düzene geçişte yaşananlara bakmak gerek. Rusya’nın ekonomik ve toplumsal iklimini altüst eden bu sürecin hiç kuşkusuz kazananları olduğu gibi kaybedenleri oldu. Ben bu yazı da daha ziyada kaybedenlere değil kazananlara odaklanmak istiyorum. Kimdi bu kazananlar? Hangi sosyal, ekonomik ya da kültürel kaynaklar ya da ilişkiler onların sürecin kazananları olmasını belirledi?

Sovyetler Birliği’nde Zenginliğin Kaynakları


Üç çeyrek asra varan tarihinde Sovyetler Birliği gerçekleştirilmesi yarım kalmış bir iddianın üzerinde yükseldi: mülkiyetin kolektifleştirilmesi. Bu iddia hiç kuşkusuz insanların kısa yaşamları içinde ev, bark, ya da araba sahibi olamayacakları anlamına gelmiyordu. Nitekim Sovyetler Birliği bu kısa zamanda toplumun büyük bir kesimini mülk sahibi yapmayı başaran ender siyasi ve ekonomik rejimlerden birini kurdu. Mülkiyetin kolektifleştirilmesi iddiası bireysel mal sahibi olmaktan ziyade temelde ekonomik üretim ve bölüşümün kamusal kolektifler yoluyla yapılmasını ve sahip olunanların miras yoluyla devredilemeyeceğini öngörüyordu. Bu elbette sahip olunabilecekler konusunda bir standartlaşmanın ve de rejim tarafından ihtiyaç olarak görülmeyen mallar konusunda bir sınırlamanın söz konusu olduğu gerçeğini dışlamıyordu. İhtiyaçların merkezi olarak belirlendiği ve piyasanın meşru bir mekanizma olarak görülmediği bir kolektif mülkiyet rejiminin sınırlılıkları ve sorunları Sovyetler Birliğini hep meşgul edegeldi.

Kolektif mülkiyet üzerine dayanan bu toplumsal rejimin 1980’lere gelindiğinde kökten değişmesine yol açan üç önemli gelişme oldu. Bunlardan ilki 1986’da çıkarılan ve Sovyet yurttaşlarının bireysel emek aktiviteleri yapmasını serbest bırakan “kendi hesabına çalışma” kanunuydu. Bu kanunun temel hedefi zaten gölge ekonomide süre giden bireysel emek aktivitelerine yasallık kazandırmaktı, ama bunu yaparken dahi özel kişilerin yanlarında parayla işçi çalıştırmasına olanak tanımıyordu. Kanuna göre kişiler sadece kendi kendilerini istihdam ettikleri küçük üretim faaliyetlerinde bulunabilecek ve bunları pazarlayıp, aile bütçelerine cezalandırılma korkusu olmadan ek gelir sağlayabileceklerdi. Ama tabii bu kanun yalnızca, örneğin kolye yapıp satan Sovyet yurttaşlarının ekonomik faaliyetini serbest bırakmadı, aynı zamanda “kendi hesabına çalışan” ve yaptıkları işi kılıfına uydurabilen karaborsacıların ekonomik faaliyetini de “yasal” hale getirdi.  

Sovyet ekonomisinin karakterini temelden değiştirecek ikinci önemli kanun ise 1988’de çıkarılan ve kendi hesabına çalışanların işçi çalıştırmalarının önünü açan Kooperatifler Kanunu oldu. Kooperatif adı altında faaliyete geçen ilk özel işletmeler Moskova’nın merkezindeki paralı tuvaletler, gece kulüpleri, lokantalar ve inşaat sektörüyken kısa bir süre sonra yine aynı yasaya dayanarak ilk özel “kooperatif” bankalar kuruldu. Özellikle bu ikinci kanun üzerinden kurulan bankalar aracılığıyla hatırı sayılır sayıda kişi kamusal mülkiyetin özelleştirilmesi sürecinde önemli rol oynayacak ilksel sermaye birikimini sağlamaya başladı. Burada vurgulanması gereken önemli bir nokta ise kooperatif kurma ve işletmenin nasıl yapılacağının bilgisine ve kaynaklarına sahip olanların genellikle yerel ya da merkezi devlet aygıtıyla güçlü bağları olanlar olmasıydı.

Özel işletmeler yoluyla kapitalizm yavaş yavaş Sovyet toplumunda kök salmaya başlarken, Sovyet devletinin yerel ayakları olan fabrikalarda da ciddi sorunlar baş göstermeye başlamıştı. Sovyetler Birliği’nin son döneminde başlayıp 1990’lı yılların sonlarına kadar devam eden merkezi devlet kontrolünün kaybı ile fabrika ve işletme müdürlerinin giderek otonom hale geldiler. Bu fabrikaların kimileri fabrika müdürleri tarafından ya kaynaklara doğrudan el konularak  ya da fabrika çatısı altında kendi “kooperatiflerine” ait işletmeler kurarak dolaylı olarak yağmaladılar. Devlet kontrolü altındaki fabrikalarda bu dönemlerde faaliyet göstermeye başlayan ve işçilerin, müdürlerin kendi özel işletmelerinde ek gelir için çalışmak zorunda bırakıldığı kooperatif “sweatshop” lar bu sürecin ortaya çıkardığı en “yaratıcı” formlardan biriydi.

Dolayısıyla daha kapitalizm kurulmadan işçi ve işveren, zengin ve yoksul arasında ki farklar derinleşmeye ve kapitalistler ortaya çıkmaya başlamıştı bile.  Sovyetler’in bu son döneminde ortaya çıkan ve 1990’lı yıllarda hızla artışa geçecek olan bu yeni zenginlik ve yoksulluk formlarının, yaygın kanaatin aksine, kişisel girişim ruhu ya da beceri ile ilgisi yoktu. Bütünüyle bir kişinin ulusal kaynakları gayri resmi bir biçimde kullanabilecek güçlerle olan kişisel ilişkileri yoluyla devleti sömürebilme yeteneğiyle ilgiliydi.


Sovyetler Birliği’nden Rusya Federasyonu’na Kapitalizm ve Devlet

Adam Smith ve Karl Marx’a kadar kapitalizmin siyasi iktisadı ile uğraşan pek çok düşünür kapitalizmden önce kapitalistlerin olması gerektiğini vurgular ama kapitalist yaratmanın mekanizmaları konusunda ayrışırlar. Adam Smith’e göre sermaye birikimi ekonomiye katılanların gönüllü davranışları sonucu gerçekleşir. Smith’in söylediğinin aksine Marx sermayenin “baştan ayağa, her delikten damlayan kan ve kirden” geldiğini yazar.[5] Kapitalist üretim biçiminin ortaya çıkışı esnasında yükselen burjuvazi devletin gücüne ihtiyaç duyar ve devleti ücretleri “düzenlemek”, yani kar yapabilmek için işçileri gereken düşük ücretlere zorlamak, çalışma gününü uzatmak, işçiyi bağımlı bir halde tutabilmek için kullanır. İlksel sermaye birikimi, yaşamak için emeklerinden başka satacak hiçbir şeyi olmayan toplumsal bir grubun devlet ve sermayenin işbirliği ile gerekirse kanla, zorla ve şiddetle yaratılması sürecidir.

Marx’ın  ilksel sermaye birikimi tezinde anlattığı süreç ve mekanizmalarla Rusya’da kapitalizmin kuruluşu arasında öylesine büyük benzerlikler var ki, yıllar boyu Marx’ın Kapital’inden kapitalizmi öğrenen yeni Rus elitlerine nasıl kapitalizm kurulacağı hususunda Marx’ın ilham verdiği bile iddia edilebilir. 1991 yılında artık Sovyetler Birliği resmen çökmüş ve yerini “kapitalizmle” “demokrasiyi” bir arada kanla, zorla ve şiddetle yaratmaya çalışan küçük bir azınlığın yönetimindeki Rusya Federasyonu kurulmuştu. Yeni kurulan Rusya Federasyonu’nda iki önemli toplumsal grubun etkili olduğu iddia edilebilir: Merkezi ya da yerel devlet aygıtını kontrol edenler –ki bunlar genellikle eski Sovyet aygıtından devşirilen yöneticilerdi- ve onlarla sıkı bağlantı içinde olan yeni palazlanmaya başlayan “zenginler”. 1990’lar boyunca birinci grup, yani Rus devlet eliti, bütün ekonomik ilişkileri ikinci grubun yani yeni zenginlerin, kamusal servete el koyması hedefi üzerinden yeniden örgütledi. Kapitalist yaratarak kapitalizm yaratma projesinde elbette yönetici elitin kendisi de ya  doğrudan yatırımlar yoluyla ya da yatırım yapanların kendilerine aktardıkları “kaynaklar” yoluyla muazzam bir servet sahibi oldu.

Devlet ve zenginler arasındaki bu sıkı bağlar özellikle özelleştirme sürecinde ve kapitalizme geçişte yaşanan belirsizlikler üzerinden yükselen spekülatif ekonomik faaliyetler yoluyla yaşanan zenginleşmede son derece önemli rol oyanayacaktı. Her ne kadar Sovyet döneminin son evrelerinde özel şahıslar hatırı sayılır bir servet edinmeye başlamış olsalar da devasa bir ekonominin özel mülkiyete devri için Rusya topraklarında yeterli düzeyde sermaye yoktu. Tam da bu nedenle devlet işletmelerinin özelleştirilmesi fiyat liberalizasyonun gerçekleşmesinden sonraki döneme bırakıldı. Dönemin Rusya Başkanı Boris Yeltsin 1991’de fiyatların serbest bırakılacağını açıkladı ama bunu açıklamakla kalmadı, aynı zamanda fiyat serbestîsinin başlayacağı tam tarihi de verdi. Monopol olarak işleyen bir ekonomide fiyatları serbest bırakmanın sonucu enflasyon oranlarının yüzde 2500’ler oranında artması oldu ve tavana vuran enflasyon yüzünden Rus halkı bütün birikimlerini kaybederken, fiyat serbestinin geleceği günü bekleyerek bütün malları piyasalardan çeken spekülatörler muazzam bir servet sahibi oldular.

Aynı dönemde, ortalama bir vatandaşa kapalı olan devlet bankaları bağlantıları iyi olan politik olarak etkili kişilere ve onların yakın aile ve arkadaşlarına üç rakamlı hanelere ulaşmış enflasyon ortamında yüzde 3–5 gibi komik oranlı faizler uygulayarak milyonlarca dolarlık krediler verdiler. Devlet eliyle güçlü olan elitlere dağıtılan bu para, devletin maaşları bile ödeyemediği açlık ve yoksulluk ortamında mülkiyetin yeniden küçük bir azınlığın elinden toplanması için yeteri kadar güçlü bir faktör olacaktı. Aynı şekilde kapitalizme geçiş ile birlikte neredeyse yok pahasına satılan büyük kentlerde ki gayrimenkullerin fiyatları sadece bir-iki yıl içerisinde sahiplerine neredeyse yüzde binler oranında kar getiriyordu. Kapitalizme geçişin ilk yıllarında sermaye sahibi olanlar Moskova ve St. Petersburg gibi büyük kentlerin stratejik merkezlerinde ki gayrimenkulleri ellerinde toplayarak, kısa bir süre sonra yeni yatırımlar ve pazar için Rusya’ya akan yabancı sermayeye son derece yüksek fiyatlardan kiralamaya ve devretmeye başladı. Dolayısıyla geçiş döneminin ilk yıllarında bu iki kentteki arsa ve binaların kontrolünü ele geçirenler, çok kısa zamanda arsa ve bina spekülasyonu üzerinden inanılmaz bir zenginliğin üstüne oturdular. 

Özelleştirmeleri yürütebilecek kadar bir zenginlik yarattıktan sonra Yeltsin hükümeti tarafından uygulamaya konulan özelleştirme programının temel hedefi ne devlete zarar veren kamu işletmelerinin yükünden kurtulmak ne de kar etmekti, tek hedef en kısa zamanda  mümkün olduğu kadar çok devlet mülkiyetini özel mülkiyete devretmekti. Her ne kadar kupon özelleştirme olarak anılan yöntemlerle devlet mülkiyeti halka dağıtma hedefindeymiş gibi bir izlenim verilmeye çalışılsa da, gerçeklikte program sonrasında Sovyet devletinin en karlı işletmeleri yönetici sınıfın yakın ilişkide bulunduğu kişi ve işletmelere sonucu önceden belirlenmiş ihaleler yoluyla yok pahasına satıldı ya da devredildi. Böylelikle çok küçük bir kesim Sovyetler Birliği’nde kolektif olarak yaratılmış zenginliklere ve ülkenin doğal kaynaklarına gerçek piyasa değerinin çok altında bir fiyatla ve ekonomi dışı güç ilişkilerini kullanarak el koyup, muazzam bir serveti yönetmeye başladı.

Elbette ki devleti yönetenlerin bunun bir soygun olduğunu göremeyecek kadar aptal olmadıklarını düşünürsek burada bahsettiğimiz devleti yönetenler ve onlarla ilişki içinde olanlar arasında yapılan üstü örtük bir antlaşmaydı. Bu antlaşmanın sonuncunda trilyon dolarlık kamu yatırımları bir hiç pahasına toplumun çok küçük bir kesiminin eline geçerken, Rusya’nın yeni zenginlerinin ve yeni yoksullarının da temeli atılmış oluyordu. Hiç kuşkusuz bu ele geçirme sürecinde devlet ve sermayenin ağırlığına bir üçüncü aktörü de eklememiz gerekiyor: mafya. Mafyanın elinde tuttuğu şiddet aygıtı, bu süreçte, başkaldıranları sindirmek, devretmek istemeyenleri ikna etmek, karşı çıkan ya da ifşa edenleri susturmak, devletin güvenlik aygıtının olmadığı ya da zayıfladığı durumlarda servetin korunmasını sağlamak, mülkiyet haklarının iyi tanımlanmadığı bir düzende mülkiyet hakkını kan ve şiddetle garanti altına almak, sözleşmeleri uygulayacak mahkemelerin olmadığı bir ortamda mahkeme görevi yapmak gibi işlevlere sahip oldu.  Tam da bu işlevler üzerinden iddia edilebilir ki Rus kapitalizmi mafya ve örgütlü suç çeteleriyle göbek bağı içinde doğdu, büyüdü ve gelişti. Devletin giderek zayıfladığı ve dar çıkar gruplarına hizmet eder hale geldiği bu toplumsal ortamda yeni zenginler ya zaten kendileri mafya idiler ya da kendi güçlerini kurmak ve sağlamlaştırmak için mafyanın desteğini aldılar.

Devlet, Sermaye ve Mafya


1990’lar boyunca ne Maliye ne de İç İşleri Bakanlığı kapitalizmin esasını teşkil eden satın alma, devir, yeniden bölüşüm sözleşmelerini yürütebilecek deneyim ve güce sahip değildi. Üstelik tam da kapitalistleşme süreci özel mülkiyeti çevreleyen kanunların yeterince gelişmemiş olduğu, buna eşlik eden yürütme ve yargı makamlarının olmadığı bir ortamda yapılıyordu. Yeltsin Sovyet bürokratik aygıtının yeni Rusya üzerinde ki etkisini azaltmak için devletin güvenlik aygıtını parçalayıp, küçültmeye çalıştı. Bu amaçla yüksek oranda personel azaltımına  gitti. Aynı zamanda güvenlik aygıtına karşı olan negatif kamusal tutum, mesleğin saygınlık yitirmesi, devletin maaşları ödeyemeyecek hale gelmesi güvenlik aygıtının içinde ki pek çok insanı alternatif kazanç yolları aramaya itti. Kamusal güvenlik kurumlarının yokluğu ya da etkisizliğine mülkiyet haklarının eksik tanımlanması, yargı makamlarının ve resmi kurumların sorunları çözmede ve kararlarını uygulamadaki verimsizliği ve ehliyetsizliği eklendiğinde mafya, Rus kapitalizminin en temel aktörlerinden biri olarak ortaya çıktı. Öyle ki 1990’lı yılların ortalarında iktisadi sözleşmelerin yüzde yetmişi devlet katılımı ve gözetimi olmadan ama mafya katılımı ve gözetimi altında yapılıyordu.

Başlangıçta mafya temel olarak küçük ve orta ölçekli işletmelerden sabit bir oranda haraç alırken, zaman içinde koruma ve uygulama hizmetleri de veren iyi örgütlenmiş suç gruplarına dönüştüler ve büyük şirketlere özel güvenlik ve koruma sağlamaya başladılar. 1992’de özel güvenlik ile ilgili çıkan kanunla özel güvenlik şirketleri özel koruma ve yaptırım alanında mafya ile doğrudan rekabete giriştiler. Aynı yasa mafyanın bir özel güvenlik şirketine dönüşmesinin de önünü açtı. Zaman içinde örgütlenmiş ve yasal hale gelmiş mafya şirketleri kendi korumaları altında ki şirketlerin yönetimine müdahil olup, hisse satın aldılar, temsilcilerini yönetim kuruluna soktular. Volkov’a göre bu örgütlü suç grupları gelişmekte olan piyasaları kontrol etmeye çalıştıkça, piyasalar onları kontrol etmeye başladı. 1990’ların sonlarına doğru bu gruplar ve onların liderleri ekonomik yatırımlar yapmaya başladı ve zaman içinde ekonominin diğer sektörlerinde de varlık göstermeye başladılar. Böylelikle Rusya’nın yeni zenginlerinden hatırı sayılır bir bölümünü mafya liderleri oluşturdu.

Üstelik Vadim Volkov’a göre ideolojik ortam “devletin her şeyden elini eteğini çekmesi gerektiği yolundaydı ve ekonomik düzenleme konusunda devletin herhangi bir müdahalede bulunmuyordu. Her şey aynı zamanda yasal ve yasal değildi. Her ekonomik aktivite devlet tarafından meşru görülüyordu. Böyle bir ortamda meşru olmayan tek şey yoksul olmaktı. Benzer türde bir maddi gelire sahip oldukları sürece genelev ya da fabrika patronu olmak arasında bir fark görülmüyordu. Mühim olan ne yapıp ne edip para kazanmaktı. Devlet, sermaye ve mafya arasındaki kapitalizm yaratmadan kapitalist yaratma ekseni üzerinde yapılan bu uzlaşma kültürel habitusu açısından da Rusya’da, örneğin Orta Avrupa’dakinden, farklı bir kapitalist sınıf yarattı.

Zenginlik Görüntüleri


Zenginlerin motivasyonları üzerine yaptığı klasik çalışmada Veblen zenginlerin daha çok tüketebilmek için servet sahibi olmadıklarını, durumun aslında tam tersi olduğunu, tam da servetlerini göstermek için tükettiklerini iddia eder. Veblen’a göre servet sahibi olma bir onur, bir ayrıcalık olarak görülür ve tam da yarattığı bu ayrıcalık nedeniyle servet servet için istenir. Tüketim servet sahibi olma statüsüne ulaşmak için kullanılan bir araçtır.  Veblen’in teorisi paranın müsrifçe gerekmeyen harcamalar için sarf edilmesini ve sadece gösteriş için tüketim üzerine kuruludur. Üreticilerin ve reklamcıların sahip olma üzerine kurdukları imajlar sosyal bir kimlik kaynağı olarak tüketimin meşrulaşmasını sağlar. Böylelikle önceden abartılı ya da gereksiz görünen harcamalar geçerli bir bireysel ve sosyal fonksiyon kazanır. Tüketiciler için ise alma ve tüketme durumu kendi içinde bir amaç haline gelir.

Tüketim yoluyla kimlik ve statü edinme süreci özellikle neo liberalizmin kültürel hegemonyasını sağlamlaştırdığı 1990’lı yıllarda yalnızca zenginlere ait bir özellik olmaktan çıkıp tüm topluma yayılacaktır . Üretimin kültürdeki egemenliğini kaybettiği ve yerini tüketimin aldığı bu dönemde bireyler kendilerinin ve ilişkide bulundukları ötekilerinin statülerini tüketim üzerinden tanımlamaya başlarlar. Ürünler birer sembol haline gelir ve sahip oldukları sembolik içerik üzerinden değerlendirilir, satın alınır ve tüketilir. Diğer bir deyişle tüketiciler yalnızca aldıkları ürünleri tüketmezler, aynı zamanda o ürünle birlikte pazarlanan bir imajı ve o imajın kültürel ve toplumsal evrende ki sembolik anlamını tüketirler ve bu tüketim yoluyla da kimlik ve statü sahibi olmayı hedeflerler.

Tüketimin farklılaştırılmamış ve sınırlı olduğu, kapalı bir piyasaya sahip olan bir toplumsal düzenlemeden, tüketimin baş tacı edildiği bir toplumsal düzene geçen Rusya için Veblen’in sözünü ettiği tüketimin servet, iktidar ve statü sembolü haline gelmesi sürecinin en açık, en doğrudan biçimiyle yaşandığına tanık oluruz. Bir lüks tüketim kompleksinin yöneticisi bu durumu şöyle açıklıyor: “Rusya’da bugün eğitimli, iyi iş sahibi, para kazanan, güvencesi olan pek çok insan var. Bu insanlar her zaman çalışabileceklerini ve bu kadar çok para kazanabileceklerini biliyorlar. Güzel şeylerden hoşlanıyorlar ve onlara sahip olmak istiyorlar. Basit bir nedenden bence, çünkü aileleri onlar büyürken bu tarz şeylere sahip olamıyorlardı".

Bu yeni zenginler herhangi bir dolayıma gitmeye ihtiyaç duymadan fiyatı servet ve statünün bir göstergesi olarak kullanırlar. Burada temel hedef servetin dağılımından pay alamayan ötekileri etkilemek ve bu yolla güç ve iktidar sahibi olmaktır.Paranın satın alabileceklerinin ve dünyaya ne kadar zengin olduğunu göstermenin sınırı yoktur. Örneğin Forbes listesinde 172. sırada yer alan 35 yaşında ki “sıfırdan bugüne gelmiş” Rus milyarderi Andrei Melnichenko 2007 yılında altmış kişinin davetli olduğu karısının doğum günü partisinde yarım saat şarkı söylemesi için 2 milyon dolar ödeyerek Jennifer Lopez’i getirtebilir. Çiftin 2005 yılında gerçekleşen düğün törenlerinde sadece üç şarkı söylemesi için Christina Aguilera’ya 3,6 milyon dolar öderken, sadece düğünün 35 milyon dolara mal olduğu iddiası bütün dünya basınında yer alır.

Kişisel düzeyde işleyen bu mekanizmayı sosyal alanın düzenlenmesi örneğinde de görmek mümkün olacaktır. Örneğin Moskova’nın dünyanın en pahalı şehirlerinden biri haline gelmesi bu yeni kültürde tam da Moskova’nın gücünü –ekonomik ve kültürel- temsil eden en önemli göstergelerden biridir. Pahalılık ve buna eşlik eden ancak servetle elde edilebilen yaşam tarzı sıklıkla vurgulanan ve bir imaj olarak da tüm dünyaya pazarlanan bir sembol haline gelir.     New York Times Moskova’nın güzellikleri üzerine sıklıkla yayınladığı yazılarından birinde Moskova’nın otel ve lokantalarını tanıtırken ne derece pahalı ve bu yüzden de özel olduklarını vurgular. “Örneğin,” der yazar, “yeniden dekore edilmiş bir 18. yüzyıl mansiyonunda yemek yemek için ortalama 1000 doları ve yemeğin gecesinde Ritz-Carlton’da kalmak için ise 700 dolardan başlayan fiyatları ödemeniz gerekiyor.”

Rus tüketiciler bugün Amerika, Japonya ve Çin’den sonra dünyanın en büyük dördüncü lüks tüketim pazarını oluşturuyorlar ve bu pazar her yıl yaklaşık %15 oranında da büyüyor. Moskova dünyada 88.000 bin civarında olduğu tahmin edilen milyoner sayısıyla en çok milyonerin yaşadığı kentler içerisinde New York’u da geride bırakarak birinci sırada. Moskova’da gerçekleştirilen ve 250 kadar lüks markanın sadece sınırlı sayıda tüketici için dizayn ettiği tasarımlarını sergileyip inanılmaz fiyatlara sattığı milyonerler fuarını her yıl kırk bin kadar kişi ziyaret ediyor. Bir cep telefonun 1,3 milyon dolara satın alınabildiği Milyonerler Fuarının yöneticisi Elena Kudozova olup bitenin kendi tahayyül sınırlarını bile aştığını itiraf ettiği bir röportajında şöyle diyordu: “Son Milyoner Fuarında altından yapılma ufak şişeler satılıyordu (kahkahalar). Bu akıl dışı –yani benim için akıl dışı-. Ama biliyorsunuz hiçbirimiz birkaç yıl önce bunun olabileceğini hayal bile edemiyor olsak da, bu tarz mallara bir talep var.”

Sonuç Yerine: Yoksulsuz Ütopya


Fortune veya Forbes gibi dergiler ise birikmiş serveti herhangi bir tüketimin kendi doğal sınırları içinde gerçekleştiremeyeceğini bir biçimde gözler önüne sunma işlevi görüyor. Pek çok zengin kendi servetlerinin detaylarını bu listeleri yapanlara gayet memnun bir şekilde açıyor. Rusya’da Forbes listesine giren seksen yedi tane dolar milyarderi var. Bu milyarderler para harcamak konusunda herhangi bir sınır tanımıyorlar, harcamalarını saklamıyor, servetleriyle övünüyorlar. Bir tarafta inanılmaz bir lüks tüketim çılgınlığı yaşanırken öteki tarafta toplumun yüzde yirmisi yoksulluk sınırının altında yaşıyor,  ülkenin yüzde otuz üçü yeterli sağlık hizmeti alamamış durumda. Forbes listesine giren zenginler ülkenin zenginliği ve gurur kaynağı olarak anılırken, onların bu zenginliği ne pahasına kazandıklarının hikâyesi giderek televizyonlardan, yazılı basından, romanlardan ve filmlerden siliniyor. Oysa Rusya zenginliğin devlet gücü ve mafya desteği ile kan, şiddet ve dolandırıcılıkla bütün bir toplumdan alınıp küçük bir azınlığın elinde nasıl toplandığının en yakın ve en açık örneği.  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder